top of page
Dolma kalem

Yazılar

İç Dünyanın Derinliklerine: Psikanalitik Terapi Gerçekten Etkili mi?

Psikanalitik ve psikodinamik terapiler, Sigmund Freud, Melanie Klein, Heinz Kohut, Otto Kernberg gibi birçok önemli kuramcının görüşlerine dayanan; kişinin bugün yaşadığı sıkıntıların, geçmiş yaşantılarıyla nasıl bağlantılı olabileceğini anlamaya çalışan terapi türleridir.

 

İki yaklaşım arasındaki fark ise basitçe zamansal ve teknik farklar üzerinden açıklanabilir. Bir metaforla anlatmak gerekirse, psikanalitik terapi, büyük bir aynayı yıllar boyunca silip yavaş yavaş netleştirmeye benzerken; psikodinamik terapi, o aynada bugünkü görüntüye biraz daha yakından bakıp, yüzeydeki buğuları silmeye odaklanır. Yine de aynı kökenden gelen bu iki terapi yaklaşımını çok net ve kesin çizgilerle ayırmak her zaman mümkün olmayabilir.

 

Bu terapilerde serbest çağrışım, rüya yorumları gibi yöntemlerin yanı sıra; terapist ile danışan arasındaki ilişki (aktarım ve karşı aktarım) de önemli bir keşif alanı olarak kullanılır. Amaç, danışanın kendi iç dünyasını ve ilişki kurma biçimlerini daha derinlemesine anlaması; bu farkındalık yoluyla içsel bir dönüşüm yaşamasıdır.

 

Terapiler, kısa süreli olarak yapılandırılabileceği gibi, daha uzun ve açık uçlu bir şekilde de ilerleyebilir. Bu noktada akla gelen sorulardan biri de, danışanın hayatında gözlemlediği değişimlerin yalnızca terapiye mi atfedilmesi gerektiği, yoksa bu süre içinde yaşadığı hayat deneyimlerinin de etkili olup olmadığı olabilir.

 

Psikanalitik terapiler, danışanın anlam dünyasına odaklandığı ve danışana özel (haute-couture) bir yaklaşım benimsediği için; ayrıca danışanların uzun süreli terapi süreçlerine ve buna paralel olarak yürütülen araştırmalara düzenli katılımlarını sağlamak zor olduğundan, bu alanda tamamen kontrollü bilimsel çalışmalarla sık karşılaşmak mümkün olmamaktadır. Yine de bugüne kadar bu konuda yapılmış birçok kıymetli araştırma mevcuttur.

 

Örneğin, 1970 ile 2007 yılları arasında yapılmış 27 çalışmanın bir araya getirildiği büyük bir derleme çalışmasında, yaklaşık bir yıl ve daha uzun süren psikanalitik terapilerin hem semptomları azaltmakta hem de kişilik yapısında kalıcı değişimler sağlamakta etkili olduğu görülmüştür (de Maat ve arkadaşları, 2009).

 

Bir başka araştırmada ise, 1960–2004 yılları arasında yapılmış 22 bilimsel çalışma incelenmiş ve psikodinamik terapilerin depresyon, kaygı bozuklukları, travma sonrası stres, yeme bozuklukları, somatizasyon (bedensel şikâyetlerle seyreden psikolojik sıkıntılar) ve kişilik bozukluklarında etkili olduğu ortaya konmuştur (Leichsenring, 2005). Bu terapilerin yalnızca semptomları hafifletmekle kalmadığı, aynı zamanda kişinin işlevselliğini ve sosyal ilişkilerini de olumlu yönde etkilediği gözlemlenmiştir (Leichsenring, 2005).

 

Ayrıca, psikanalitik terapi alan kişilerle terapi almayan kişiler karşılaştırıldığında, terapi alan grubun daha fazla iyileşme gösterdiği; hatta uzun süren psikanalitik terapilerin, daha kısa süreli psikodinamik terapilere göre daha derin ve kalıcı değişimler yarattığı da yine bilimsel olarak gösterilmiştir (Leichsenring, 2005).

 

Kısaca, tüm bu araştırmalar psikanalitik yönelimli terapilerin, bireyin içsel dünyasını anlamasında ve ruhsal iyilik halini sürdürülebilir şekilde güçlendirmesinde etkili olduğunu; ayrıca, bu terapilerin kişinin yaşam deneyimlerinden bağımsız olarak da belirgin bir katkı sağladığını göstermektedir.

 

*Bu yazı bilgilendirme amaçlıdır.

 

Referanslar:

 

de Maat, S., de Jonghe, F., Schoevers, R., & Dekker, J. (2009). The effectiveness of long-term psychoanalytic therapy: A systematic review of empirical studies. Harvard Review of Psychiatry, 17(1), 1–23. https://doi.org/10.1080/10673220902742476

 

Leichsenring, F. (2005). Are psychodynamic and psychoanalytic therapies effective? A review of empirical data. The International Journal of Psychoanalysis, 86(3), 841–868. https://doi.org/10.1516/rfee-lkpn-b7tf-kpdu

bottom of page